"Bu sistem, Merkez Bankası’nın “kara gün” akçesini bile yuttu" diyen Ece Güner Toprak, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi'nin yargı ve ekonomi üzerindeki etkilerini anlattı. 16 Nisan Referandumu’nun üzerinden üç yıl geçti. Hukukçu Ece Güner Toprak referandumdan önce anayasa teklifine karşı en önde mücadele eden isimlerden biriydi.
- Başkanlık sistemi yargı üzerinde nasıl bir tahribat yarattı?
Yeni “sistem” ile yargımızı şekillendiren HSK’nın 6 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından, 7 üyesi ise nitelikli çoğunluk ile Meclis tarafından seçildi. Bu sistemin sonucu, HSK’nın büyük çoğunluğu bir siyasi parti tarafından seçilmiş oldu! Böyle bir sistem hiçbir demokraside yok; ne parlamenter ne başkanlık sistemlerinde. Yakın geçmişte de yargıda ciddi sorunlar yaşanmıştı, ancak bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilemez. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” sonucu maalesef yargıda siyasallaşma arttı. Bunun en önemli sonucu, hak ve özgürlüklerdeki gerileme oldu. Bugün dünyada en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu, medya ve sosyal medyada en fazla sansürün (ve oto-sansürün) uygulandığı ülkelerdeniz. Temel sorun, yargı bağımsızlığının yeterli olmamasında. Anayasamızda, özellikle HSK ve Anayasa Mahkemesi yapısında reform yapılmadıkça hiçbir yargı reformu yargı bağımsızlığını temin edemez.
KARA GÜN AKÇESİNİ YUTTU
- İşsizliği arttırdı mı?
Referandum döneminde ve kitabımda, ısrarla ekonomi vurgusu yaptım, “sistemin” milletimizin fakirleşmesi ile sonuçlanacağını anlatmaya çalıştım. Somut gerçeklere bakalım: birkaç yıl önce kişi başı gelirimiz 12 bin 500 dolarlarda iken, 2019 sonu (daha “korona etkisi” olmadan) bu rakam 9 bin dolar civarına gerilemişti. Fakirleştik! Bir kere, denge-denetim olmayan bir sistemde, hükümet sınırsız harcar, israf artar. Örneğin bütçe açığı referandum öncesi 23 Milyar TL iken, 2019 sonu (“korona etkisi öncesi” dahi) 123 Milyar TL’ye yükselmişti. Bu sistem, TCMB’nin “kara gün” ihtiyat akçesini bile 2 yılda yuttu. İkincisi, sistem güven vermediğinden, Türk Lirası esaslı değer kaybetti. “Başkanlık” sürecinin resmen başladığı Ekim 2016’ya kadar 3 TL 1 dolar ederken, 3 yıl sonra, “korona etkisi” öncesi dahi; 1 dolar için artık 6 TL gerekiyordu (bugün ise 6,85)! Bunun sonucu ise korkunç bir enflasyon ve hayat pahalılığı oldu.
İşsizlik ise kanaatimce bu “sistemin” en vahim neticesidir. Resmi rakamlara göre 3 yıl önce işsizlik %10 civarıyken şimdi %14’e yaklaştı; üstelik “geniş işsizlik” oranı çok daha yüksek. Resmi rakamlara göre bile son 3 yılda yaklaşık 1,5 milyon yeni işsizimiz oldu! Sebebi çok basit: Ülkemizde zengin doğal kaynak veya sermaye birikimi yok, Çin gibi de “vazgeçilmez” bir üretim bazı değiliz. Güven vermeyen bir “sistem” devreye girince, yatırımlar kesildi. Yeni yatırım yok, nüfus artıyor; elbette işsizlik artar. Yatırımcı, güçler ayrılığı, denge-denetim ister, hukuk devleti ister, devlette güçlü bir kurumsal yapı ister (bağımsız hareket edebilen düzenleyici kurumlar ister), devlette liyakat ister, şeffaf-rekabetçi bir ortam ister.
“Sıcak para” en yüksek faizi veren ülkeye gider, ancak esas ihtiyacımız olan uzun vadeli sermaye yatırımlarıdır; iş ve aş yaratan yatırımlar. Bunlar ise güvenli liman ister. Ülkemiz, muhteşem sağlık çalışanları sayesinde Korona-sağlık krizini kanaatimce atlatacaktır, ancak beni endişelendiren ekonomi, yoksullaşma. Çünkü “Korona krizi” daha vurmadan önce, ekonomiyi “Başkanlık” sistemi esaslı şekilde zayıflatmıştı. Somut ekonomik veriler bunu gösteriyor.
- TBMM’nin etkisini ortadan kaldırdı mı?
Cumhurbaşkanı, bir partinin genel başkanı olursa, bizdeki siyasi parti ve seçim sisteminde; Cumhurbaşkanı partisinin Milletvekili listelerini yapacak demektir! Cumhurbaşkanı ve Meclis de aynı gün, 5 yıl için seçiliyor. Üstelik Cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme (seçimlerini yenileme) yetkisi verildi. Hiçbir demokratik başkanlık sisteminde bu tür düzenlemeler yok. Demokratik başkanlık sistemlerinin tümünde, Başkan partilidir ancak partisinin yönetiminde değildir, ayrıca seçim ve siyasi parti sisteminden dolayı milletvekili ve senatörlerin seçiminde etkin rolü yoktur. Yapılan bu yanlış düzenlemelerin sonucu, TBMM bağımsız gücünü kaybetti. Üstelik Meclis’in yetki alanı “Cumhurbaşkanı Kararnameleri” ile kısıtlandı.
Tam uygulamaya geçilen Haziran 2018’den sonra, 1,400 madde Kanun ile geçerken, 2,135 madde Kararname ile düzenlendi. Üstelik 1,400 maddenin esaslı kısmı Torba Yasalar ile yasalaştı (bunlar esasında yürütme tarafından hazırlanan yasalar). Sadece 17 “Temel Kanun” yasalaştı. Yeni sistemde Bakanlar Kurulu da olmadığı için; ülkemiz 1 kişinin (Cumhurbaşkanının) çıkardığı Kararnameler ile yönetiliyor. Böyle bir yönetim tarzının iki büyük sorunu var; ortak akıl sürecini ve dolayısıyla öngörülebilirliği yok ediyor ve milletimizin %100’ünün temsil edildiği tek organ olan TBMM’yi büyük ölçüde devre dışı bırakıyor.
Aylar önce 6 maddelik bir kısmi iyileştirme paketi teklif etmiştim; kolayca Meclis’ten 400 oy ile geçebilir (en azından bir iyileştirme olacağı için muhalefet de destek verebilir diye düşünmüştüm). Bunlar nedir; Cumhurbaşkanının partisinin başkanı olmaması, Meclis’i fesih yetkisinin iptal edilmesi, HSK yapısının değişmesi, üst düzey tüm atamaların Meclis’te yüksek nitelikli çoğunluk ile onaylanması ve ifade özgürlüğünün güçlendirilmesi. Bu kısa değişiklikler bile en azından biraz “nefes aldırırdı”. Ancak, sonrasında mutlaka gerçek bir Anayasa reformu yapılmalı: Çağdaş, iyileştirilmiş, parlamenter sisteme dönüş gerçekleşmeli. Elbette o zaman da milletimizin onayına sunulmalı. Bir Anayasa, bir ülkenin temel taşıdır; tüm topluma moral verecek, güç ve güven verecek bir Anayasa olmalı. İşte Türkiye o zaman uçar!