Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, bugün köşe yazısında gözaltına alınan Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız'ın gözaltına alınması üzerinden, muhalif medyadaki baskıyı eleştirdi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında TELE1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel ile Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız gözaltına alındı.
Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, gözaltılardan sonra bugün kaleme aldığı yazısında muhalif medya üzerinden baskıyı yazdı. İktidarın baskısının, kitleleri birleştirdiği yorumunu yaptı.
Özdil, "Maruz kaldığımız organize kötülük… Tek tek kişileri hedef almıyor aslında. Yurtseverlikle örülen 'çağdaş aile bağları'nı, dayanışma duygularıyla yaşayan 'zihniyet akrabaları'nı topluca cezalandıran bir kötülük bu" dedi.
Özdil yazısında şunları kaydetti:
Ümit Zileli mesela…
2011 yılıydı.
Silivri'ye gitti.
Müyesser Yıldız'ı ziyaret etti.
Hayatlarında ilk kez o gün, orada tanıştılar.
Bilen bilir, minicik bir bedene sahip olan Müyesser, tek başına tutulduğu o devasa beton koğuşta, adeta kafesteki minicik bir saka kuşu gibi görünüyordu.
Yemekler berbattı, protesto ediyordu, sadece bisküvitle besleniyordu, 42 kiloya düşmüştü.
Ümit'le Müyesser o günden beri ağabey-kardeş gibi.
Ayşenur Arslan da öyle.
Müyesser'le hiç tanışmıyorlardı.
Ama, televizyon programında her gün ekrana çıkıyor, hapisteki Müyesser'e sesleniyordu, “bisküvitle olmaz, kötü bile olsa yemek yiyeceksin, açlık grevi yapmayacaksın, kendini düşünmesen bile seni sevenleri düşüneceksin, sağlığına dikkat edeceksin” diye tembih ediyordu.
Anne gibi, her gün…
Müyesser tahliye oldu, hayatlarında ilk kez o gün tanıştılar.
Bir daha asla kopmadılar.
O günden beri “anne-kız” gibiler.
Yine Ayşenur Arslan mesela…
Kadriye Türker'le Yargıtay'daki duruşma sırasında tanışmıştı.
Kadriye anne, benim de Maltepe'den arkadaşım olan deniz kurmay albay Yasin Türker'in annesiydi.
Hayatlarında ilk kez o gün Yargıtay'da tanıştılar.
Bir daha asla kopmadılar.
Bugün, Ayşenur Arslan'la Kadriye Türker “anne-kız” gibiler.
Yani Ayşenur Arslan bu süreçte, hem anne hem evlat kazandı.
Ruhumuza açılan o çiçekli penceresinden el sallayan Türkan Saylan…
Sahnede selam verirken hariç, son nefesine kadar asla kimsenin önünde eğilmeyen Levent Kırca…
Hayatımıza rol icabı girip, gerçek halk kahramanı olarak uğurlanan Tarık Akan…
Zifiri karanlığın üstüne bilgi meşalesiyle yürüyen Yaşar Nuri Öztürk…
Rahmetli olduklarında, tee Artvin'de yaşayan eczacının, tee Antalya'da yaşayan mühendisin, tee Adana'da yaşayan üniversite öğrencisinin, tee Bolu'da yaşayan esnafın, yani aslında birbirlerini hiç tanımayan insanların… Ağabeyini kardeşini ablasını kaybetmiş gibi hissetmesi tesadüf müydü?
Sadece bir kişi vefat etmişti ama, her evde cenaze yok muydu?
Maruz kaldığımız organize kötülük…
Zihniyet akrabalarından oluşan dünyanın en büyük ailesini yarattı.
Patronundan muhabirine, yazarlarından yöneticilerine kadar, imha etmek için her türlü çirkefliği yaptıkları Sözcü gazetesine “aile ferdi” gibi sahip çıkmanız, ondan.
Emre Kongar'la Merdan Yanardağ'ın her akşam Tele1 ekranında olmalarına rağmen, sanki oturma odanızda, sizinle ailece sohbet ediyorlarmış gibi hissetmeniz, ondan.
Hiç tanışmamış olmanıza rağmen, gazeteciliğin namusu delikanlılar Barış Terkoğlu'nu Barış Pehlivan'ı Murat Ağırel'i özlemeniz… Her aklınıza geldiğinde burnunuzun direğinin sızlaması, ondan.
Hiç tanışmamış olmanıza rağmen, Müyesser Yıldız'ı İsmail Dükel'i gözaltına aldıklarında yüreğinizin cız etmesi, ondan.
Maruz kaldığımız organize kötülük…
Tek tek kişileri hedef almıyor aslında.
Yurtseverlikle örülen “çağdaş aile bağları”nı, dayanışma duygularıyla yaşayan “zihniyet akrabaları”nı topluca cezalandıran bir kötülük bu.